Bizim Hikâyemiz'den

 

Merhaba

“2020 Yılında Erkekler Tarafından 300 Kadın Öldürüldü, 171 Kadın Şüpheli Şekilde Ölü Bulundu.” http://kadincinayetlerinidurduracagiz.net/veriler/2947/kadin-cinayetlerini-durduracagiz-platformu-2020-raporu

 

“Covıd-19 etkisiyle geniş tanımlı işsiz sayısı 10,7 milyon! Ümitsiz işsiz sayısı 1.5 milyona ulaştı! İstihdam 896 bin azaldı covıd-19 etkisiyle geniş tanımlı kadın işsizlik oranı yüzde 41’e ulaştı!” https://sendika.org/wp-content/uploads/2021/01/DISK-AR-2021-Ocak-Issizlik-ve-Istihdamin-Gorunumu-Raporu-son.pdf

 

Sen yürürsün, yürüdükçe özgürleşirsin, şehir özgürleşir

 

İstanbul kendi gerçekleri gibi neresinden tutularak yazılmaya başlanacağı çok zor zanaat olan bir şehir. Nüfusa orantılı olarak en çok görüşmeyi yaptığımız şehir. Halâ da yapılmakta olan birkaç görüşmesi var. Biz sözlü tarih çalışmamıza ve günlükler toplamaya geçen sene pandemi ile birlikte başlamıştık. İnsanların hayatlarını birdenbire çok sarsan, çok sayıda insanı işsiz bırakan ve giderek yoksullaştığımız bir dönemin içindeyiz. Çok geniş bir kesimin çalışmak zorunda olduğu için koca şehri toplu taşımalarda kalabalık ve sağlık koşullarının önemsenmediği mekanlarda uzun saatler çalışmak zorunda kaldığı ve bir kısmının da evlere sıkışıp kaldığı bir dönem. Ve daha önce de söz konusu ettiğimiz gibi bu durum biz kadınların hayatını evde, işte, sokakta yeniden çok zorlaştırdı hatta şiddetin ve gelirsizliğin artışıyla tahammülü imkânsız hale getirdi. Ve elbette bir de belirsizlik hali hâkim.

 

“Vallahi iyi evden çalışmaya devam. Pandeminin başından beri çok az gittim ofise ben. Yani iyi de oluyor aslında hani bir şekliyle şey kaygım azalıyor daha doğrusu bu hastalıkla ilgili. Ama şey evde çalışmak kadınlar için çok sıkıntı bir şey (gülüyor). Yaa onu da deneyimledim. Çünkü şey yani gerçekten bütün ev işi, evdeki sorumluluk, öte yandan ofisin sorumluluğu vesaire hepsi birbirine giriyor. Tam bir kimlik kargaşası yaşıyorsunuz.”  https://www.bizimhikayemiz.org/ta-istanbul-16

 

Bir çoklu mekân, çoklu zaman şehri İstanbul hem ucu bucağı olmayarak yayılmış hem de katman katman. Maddi katmanlar, geçirgen dokular, çatlaklar, kırıklar üst üste yığılmış kentsel pratiklerle dolu. Çokça yazılmış silinmiş, üstüne yazılıp çizilenler olmuş; başka ahenkler başka adetlerin biri batmış biri çıkmış; birtakım seslerin bazılarından geriye bir fon müziğinin kaldığı bir şehir. İnat etseniz onu iki boyutlu düşünmeye kalksanız ya da temsil etmeye çalışsanız kaç katlı katmanlı haritalardan görebilirsiniz? Emek, şiddet, … Öte taraftan içinde birkaç yüzyılı dolanabilirsiniz. Zaman zaman içindedir, mekân mekân içinde.

…………..

bende sevgilim yan yana ışır
ılık kasabalar köyler
ben istanbul’a çok benzerim sevgilim,
bir yanım haliç’te bir karabatak
bir yanım samandıra’da saplı samanlı.

ben istanbul’a çok benzerim sevgilim
onca iştiha içinde onca keder.
çın çın bin ses imkanıyken
sesin göbeğinden çatlayıp orada kaldığı yer.

sorunun sorulduğu yerim ben,
cevabın alındığı yer!
bir yanım erguvan bir yanım gül ve laleler
bir yanda serseri otlar, başıboş, plastik çiçekler
kök dal dolanmış duvarda birbirine koyu keder.

 

Birhan Keskin// İstanbul

 

Yani “çok-dünyalı”, “çok-mekânlı”, “çok-sesli” bir İstanbul var karşımızda. Bir de kadınların deneyimleri bu çok katmanlılık içinde kurdukları yaşamlar ve bu yaşamları yeniden ve yeniden kurma becerileri var. Birbirimize anlattığımız hikâyelerde deneyimlerimiz yan yana geliyor ve söyleşiyorlar ve farklı karşılaşmalar oluşuveriyor.

Bu koskoca kent bütün karmaşası ve hayhuyu içinde bir yandan görünmezlik bahşediyor. Aslında kadınlar için bir güçlenme alanı görünmezlik. Sanki koca şehrin içinde kendimize ait odalarımız var.

 

“Evet! Yani İstanbul'da kaybolabiliyorum çünkü. Her yerinde kaybolabiliyorum çok istiyor, çok hoşuma gidiyor. Yani işte ne bileyim Küçük Ayasofya’da herhangi bir işte çay bahçesi gibi yer var mesela off! Çok sakin ya! Ya kimse yokken, gidip oturuyorum mesela. Çok bir şey düşü bir düşümde bir şey yazacaksam, biriyle mesela kimsenin görmesini istemediğim biriyle buluşacaksam eğer çok yakın arkadaşım mesela Taksim'de buluşsan birine denk geliyorsun, Kadıköy artık elini çarpsan herkes falan.” https://www.bizimhikayemiz.org/ta-istanbul-18

 

Pek çok kadının özgürlük ve güçlenme rotalarıyla da karşılaştık.

 

“O yüzden İstanbul büyüktü, çok karmaşıktı, çok kalabalıktı. Fakat o kalabalık yani bir yanıyla çok iyi de hissettiriyor beni. Çünkü Ankara'daki o çok küçük yaşadığım kentten sonra görünmez oldum. Kimsenin beni tanımadığı ve bazen dönecek bir yerimin olmadığı, evimin de olmadığı, gece sokakta sabahlanabilen, bir yer olması, İstanbul'un yani o büyüklüğü ve hani bana görünmez olma ihtimali vermesi, beni çok büyülemişti. İstiklal Caddesi tabii ki ilk kentte ilişki kurduğum, mekandı. …Onun dışında da sinema salonlarının toplandığı bir merkez olarak ama aynı zamanda da işte o zamanki gene böyle tek tük kafelerde gün boyu oturup, işte günlük yazıp, kitap okuyup, yalnız sokakta, gün boyu hatta sabaha kadar vakit geçirmenin ve hani böyle planlı, programlı sokağa çıkmak yerine, hani sokakta olmak için, sokakta kalmak için ve yalnız olabilmek yani hani bir şekilde beni çok büyülüyordu. Çok yürüyordum yani özellikle; İstanbul Üniversitesi'nden çıkıp, işte tramvay yolunu takip edip, Galata Köprüsünden geçip, oradan, kütüphaneden yukarı çıkıp, İstiklal’den böyle sürekli yürüdüğüm bir rotaydı…. O yüzden sokak her zaman güvenli hissettiriyordu bana. Hala da öyle hissettiriyor aslında.” https://www.bizimhikayemiz.org/ta-istanbul-22

 

“Ben yürüyorum, yürüyorum, yürüyorum. Bina çok güzel bir bina, dehşet, her şeyi böyle eski, o dönem şeyleri kalan, daha henüz daha üzerinde şey deformasyon oluşmamış, o pencere, pencereleri, o radyatörleri, her şeyi böyle eskiye ilişkin daha izler var şeyler var.” https://www.bizimhikayemiz.org/ta-istanbul-15

 

"Bu şehre gelip kendini, şehri keşfeden, kendi rotalarında kadınlığını, şehri ve çoğu zaman politikleşme süreçlerini kurarken; kadınlar çok yürürlerken bu sokakları, çok da okumaya veriyorlar kendilerini.

“Böyle şey; 7/24 okuduğum bir aralıktı. Ve işte asosyal olduğum için de İstanbul'u tanıma anlamında, her yere yürüdüğüm ve hani keşif yaşadığım bir dönemdi. Bence bayağı keyifliymiş hani...Tek başına yapılan aktivite anlamında. Ya şehrin şemasını çıkardığım, mahallelerin birbirlerinden farklarını gördüğüm, ondan sonra ve sadece hani mahallelerin değil şeyin de kültür de değişiyor, bina yapıları bile değişiyor. Üç aşağı beş yukarı aynı şeyler vardı. Ama dizilim değişiyor, balkonların yönü değişiyor, balkonsuzlukları görüyorsun aynı zamanda. Ondan sonra, sokakların genişlikleri bile değişiyor. O dar sokakların, he, bazıları çok samimi, bazları çok karanlık, bazılarını sırtında yük var, bazıları hani “ben bilerek böyle yaptım!”, tadında (gülüyor). Ama ben bu sokak ve şeyi, kapıları da zaten çocukluğumdan da çok severim.” https://www.bizimhikayemiz.org/ta-istanbul-03

 

Ve yine kitaplarla birlikte yürüme rotalarıyla deneyimleri çoğaltıyorlar.

 

“İstanbul'da yabancıyım (gülerek) yön duygum olmadığı için sürekli kayboluyorum ve sürekli çok yürüyorum, sürekli yürüyorum, sürekli kayboluyorum, başım dönüyor ve pes etmeden hepsiyle baş etmeye çalışıyorum, çok zor. … Hazırlıkta da şansıma halen arkadaşlığımız sürdüğü çok tatlı bir arkadaş edindim, hemen, hemen. O da asker ailesi babası albaydı, müzik yapmak istiyordu. Kız böyle çok tatlı, ilk birbirimiz görür görmez çok sevindik. Onunla hazırlıktaki o bir yıllık hazırlığı oryantasyon süreci gibi geçirdik. Benim için öyleydi. İstanbul'da gitmediğim yer kalmadı, öğrenci olarak yararlanabileceğim her türlü etkinlikten yararlandım. AKM'nin hiçbir etkinliğini kaçırmadan operalar, baleler, klasik müzik konserleri üye olabildiğim bütün kütüphanelere üye oldum. Alman Kültür’den Amerikan Kültür’üne kadar sergiler, konuşmalar. Şu anda çok yaygın, çok rahat öğrenciler o zaman bu kadar yoktu, biz olanları yakalamaya çalışırdık. Açık havadaki konserleri dışardan dinlemeye çalışırdık. Ama bu oryantasyon süreci bana çok iyi geldi”.  https://www.bizimhikayemiz.org/ta-istanbul-04

 

Mekânların kaybı, derin hüzün, duygularımızın mekanları… cam kırıkları da var elbet.

 

“Ama sonra tabii İstanbul'a gelince anında şey oldu yani; güzel bir dönemiydi İstanbul'un. Sonra maalesef yani hiçbir şey kalmadı. O günden beri. 95’te geldim. Yani 25 yıl öncesi. Çok garip yani böyle nostaljik bir şey değil bu. Çok konuşuyoruz kendi aramızda da. Hani kendimize ait gündelik, gündeliğimize dair tek bir mekânım bile kalmamış olması yani çok garip bir kesinti ve çok sert bir kopuş hissi yani. Neyse... İstanbul'daki, var olmanın hani gerçekten az önce size anlattığım o hani üniversiteye geldiğimiz seneki hissettiğim, yani bir kadın olarak, evsiz bir kadın olarak yani burada var olmak çok güzeldi bir yandan. Ama mesela; bugünün İstanbul'un da olur mu? Çok emin değilim açıkçası.” https://www.bizimhikayemiz.org/ta-istanbul-23

 

“Böyle, İstanbul'u hep çok sevdiğimi düşündüm. Dediğim gibi, böyle çok nostaljik bir İstanbul'la büyütüldüm. Hani, yani ben işte 79 doğumluyum. 80'lerde, ben çocukken de eski İstanbul böyle miydi? Diye. Hani, yani zaten hep kaybettiğim bir şeyin içine doğduğumu düşündüm, bu kentin içine değil. … Çünkü, çocukluğumda vapura falan binmezdim de yani hani o gençliğimden; kendi hareketliliğimden beri yani bir denizin üstünü çok sevdim, bir de Beyoğlu'nu çok sevdim, İstanbul'da. Hani Beyoğlu zaten gerçekten kalmadı. O konuda sonsuz nostaljik olabilirim bence. Yani tanıyamıyorum hani bütün ara sokakları, her yeri avucumun içi gibi biliyordum hani orada büyüdüm ve hani orası da zaten yok yani hani ama yani 20 senedir yok belki hani bu bugün olmadı. Hani, onu yaşarken, çok o kenti kaybetmenin verdiği hayal kırıklığı sanırım. Yani hani evet çok kalabalıktı, çok betondu, çok boktandı, İstanbul hep İstanbul'du. Ama kendime ait hissettiğim, var edebildiğim hani yani hem kişisel hafızanın hem toplumsal hafızanın var olduğu yerler vardı. Şimdi, onlar da yok.” https://www.bizimhikayemiz.org/ta-istanbul-26

 

“Yani daha sonradan sokağın tehdit duygusu vermeye başlaması; gezi sonrası ve oradaki tehdit de polis şiddetinin hayatımıza bu kadar ani ve bu kadar şiddetli bir şekilde girmesinin getirdiği şok ve kaygı. Ama üniversite yıllarımın İstanbul'unda, benim için sokak; kaçtığım yerdi, güvende hissettiğim bir yerdi, kaybolabildiğim, görünmez olabildiğim, kendi zamanımda yaşayabildiğim bir yerdi. Çok seviyordum. Şimdi o bağı, o ilişkiyi kaybettim. Yani son birkaç yıldır, evden çıkmak istemiyorum. Mecbur kalmadıkça da çıkmıyorum. Çünkü sokak artık bana çok yenik hissettiriyor. Artık sokakta olma halimiz bizim istediğimiz, bizim kurguladığımız bir halde değil. Çok eksildi her şey ve o eksikliği görmek sokağa çıkıp, çok kalbimi kırıyor, o yüzden çıkmıyorum, evde oturuyorum (gülüyor).” https://www.bizimhikayemiz.org/ta-istanbul-22

 

“İstiklal Caddesi'nin yeni yeni hani güvenli sayılmaya başladığı, bir kültür sanat hayatının yeniden canlanmaya başladığı dönemdi. Şanslıydık, güzeldi. Bilar vardı oraya gidiyorduk seminerleri dinlemeye. 91’de falan. İstiklal Caddesi şeydi, yürümesi hani özellikle Galatasaray'dan sonrası tehlikeli bir yerdi yani korkarak yürünürdü. Ondan sonra işte yavaş yavaş oralarda Galatasaray, Tünel arasında barlar açılmaya başladı. Ondan sonra oralara gitmeye başladık falan. Sonra çok hızlı bir değişim oldu. Biliyorsun işte Beyoğlu'nda yani. Sonra hızla yükselip, hızla düşüşe (gülüyor) geçti. Dikkat çekti herhalde. Orada canlanan o hayatı öldürmek için ellerinden geleni yaptılar yani. Çok acı oldu yani Beyoğlu'nu kaybetmek. Orası benim bayağı mahallemdi. İstanbul'da hayatım orada başladı, geçti. Çok uzun yıllar orada yaşadım. … Hani pijama ile bile İstiklal Caddesi'nde çıkabilirim gibi hissederdim yani. Benimdi orası böyle, çok bana ait ve çok kendimi rahat hissettiğim bir yerdi. İşte, 2000'lerde itibaren, on sene falan sürdü o herhalde. 2000'lerden sonra başladı herhalde; böyle rahatsız hisseder olduk. Ve biz yavaş yavaş alan kaybetmeye başladık. En son işte Emek Sineması'nda, vahşileştiler iyice (gülüyor)… Hakikaten çok hala canımı acıtıyor ya orayı alamamış olmak yani (gülüyor). Alamamış olmak, kaybetmiş olmak. Çok sinir. Yani sürekli alan kaybediyoruz sanki. Önce bir yerlerde sıkışıyoruz. Ondan sonra oraları da kaybediyoruz. Yani kişisel olarak mesela, hani bunca yıllık hayatımda bayağı hırpalandık diye düşünüyorum. Zaten hani seçtiğimiz meslek, giderek alan kaybetti ve yok olmanın eşiğinde bir şey artık. Ondan sonra, işte sevdiğimiz yerlerden, yaşamayı sevdiğimiz yerlerden uzaklaştırılıyoruz falan. Böyle bir yani yeniklik hissi (gülüyor) oluyor tabii. Türkiye'de hakikaten insanın hevesini, şey yapması, coşkusunu, yaşama sevincini koruması kolay değil yani. Bilmiyorum kişisel bir şey mi bu benim için yoksa genel mi? Ama çabalıyoruz yani işte.”  https://www.bizimhikayemiz.org/ta-istanbul-08

 

Açıktayız gözlerimizin ardı kapkara

Bir ayrılışta yıkılıyoruz

Bir ayrılışta bağlarımız kopuyor

Burası İstanbul

Bazı adamlar var şaşıyoruz

Avuçlarında sıcağı nasıl

Düzenlerini nasıl yitirmiyorlar

Şaşıyoruz burası İstanbul

Akşam kuşlarını İstanbul’un

Damlar üzerinden bir kaldırıp

Başka damlara konduruyoruz

Dışardan yukardan gözlerimizle

Bu camlar yalnızlık camları

Bu camlara yağmur yağdırıyoruz

 

Gülten Akın// Yalnızlık Camları

 

Ve korkular, kaygılar bırakan son yıllar…

 

“Peki bütün bunlar İstanbul'da var. Değil mi? İstemediğin kadar çok dostum. Tanışın, arkadaşın, akraban, yolun, yoldaşın var, dilini biliyorsun, neden peki? Bu kenti de biliyorsun. Kültürünü biliyorsun, erkeğini biliyorsun, polisini biliyorsun, niye o kadar özgür hissetmiyorsun? Peki. Çünkü buradaki bu gelenekler, bu gerek erkek, gerek erkeklere; iktidarın onlara vermiş olduğu ve bakış onlara vermiş..., onların bakışını, üzerinden bakıyorsun kendine. Yani diyorsun ki, diyor ki; kadınlar bu... Ne işin var bu saatte sokakta? Bu fikre sahip. Biliyorsun bunu. Onun, o fikrini bilmenin getirdiği, kendini bloke etme var. Kendini tutma var. Bunları diyebilirim.” https://www.bizimhikayemiz.org/ta-istanbul-05

 

“Böyle düşünüyorum ve böyle hissediyorum. İstanbul'da yaşamak beni çok kaygılandırıyor. Yani bir kadın olarak sokaklarında asla güvende hissetmiyorum kendimi. Gece bir saatten sonra asla güvende hissetmiyorum. Genel yani genel olarak hani İstanbul çok güzel! Çok geziyorum, görüyorum un dışında, İstanbul benim için bir kaygı. Yani hani kalabalıklığıyla bir kaygı, düzensiz kentleşmesiyle bir kaygı, bir kadın olarak bir sürü şeye erişimde yaşadığın sıkıntılarla bir kaygı. Sokağın giriş yani benim oturduğum yerde; bir gün geldim ve hani bir anda şeyi fark ettim: "ya! Işıklar ne kadar azmış bu sokakta." Falan dedim ve buraya birkaç tane sokak ışığı olsun diye, muhtarlıkla başlayıp, devam eden bir mücadele halim oldu. Sonra şey dedim ya: "erkekler bunu yaşıyor mu acaba?" Dedim yani. Şu sokağa bir tane daha fazladan bir elektrik direği, bir ışık, bir aydınlatma olsun diye böyle bir mücadeleye ihtiyaç duyuyorlar mı? Hiç zannetmiyorum yani. Ya beni kaygılandıran bir şehir İstanbul. Çok da eşitsizliklerin olduğu bir şehir aynı zamanda. Bunlara tanık olmaktan da çok rahatsız oluyorum artık çok üzücü çünkü çok, sınıfsal olarak çok ayrışmış durumda herkes, İstanbul'da. Yani kadınlarla birlikte olduğum her yeri çok seviyorum neredeyse gerçekten öyle. Hani kadın arkadaşlarımla buluştuğum, beraber olduğum yerleri seviyorum, mekanları seviyorum.” https://www.bizimhikayemiz.org/ta-istanbul-16

 

“Yani, hocam İstanbul; kadın dostu bir kent değil! Ya, ne zaman oldu? Öyle bir iddia vardı. O da hani son belediye seçimlerinde, öyle bir iddia vardı, o iddia hepimizin iddiasıydı. Ancak, o iddianın olanak koşulları hiçbir şekilde oluşmadı. Yani, kendi tarafımda, bizim tarafımıza baktığınız da öyle bir şey yok yani İstanbul kenti falan değil. Tam tersine, İstanbul denildiği zaman; bir kadın katliamı, kadın yoksulluğu ve kadın sömürüsü, kadına yönelik şiddetin kenti olarak algılıyorum. Ben, sokağı kullanıyorum yani pandemi döneminde dahi olsa, kullanıyorum. Pazara gidin akşam saatlerinde, kadınlar artık topluyor. Meyve, sebze yapraklarını topluyor. İstanbul budur.” https://www.bizimhikayemiz.org/ta-istanbul-25

 

sonbaharların kralı gelirmiş meğer istanbul'a

ciğerlerimin filmini çektiler

ciğerlerim artiz oldular icabında

akut alevlenmiş kronik bir sonbahar gibi bakıyordu

sigara figüran falan.

ben kırmızı bir yaprağı oynuyordum esas kız olarak

uçuşuyordum, uçuşmakmış meğer benim anlamım

ben bunu geç anladım.

senin için şiir yazacaktım istanbul

ismini ağrı koyacaktım.

oysa bir şiir niyeydi sanki

yer içer sevişir miydi sanki bir şiir

hamsi ısmarlar mıydı mesela bir şiir insana?

fotoğraf çektirebilir miydi mesela hipodromda atlarla?

rakı içebilir miydi samatya'da

bir şiir uyur muydu kuş gibi

başını alıp da kanatlarının altına?

oysa bir şiir neydi sanki

ben seni ciğerimin köşesindeki arıza kadar sevdim

bir şiir seni bu kadar sever miydi sanıyorsun istanbul?

 

Didem Madak// Ağrı

 

Ama bu şehir aynı zamanda kavgamızın mekânı... Kadınlar kendi hikâyelerini kurarken ve şehri kendilerine ait bir oda gibi işlerken aynı zamanda bu şehrin sokaklarını, meydanlarını, gecelerini de istediler. Hepimizin bildiği gibi 80’lerin ikinci yarısından sonra başlayarak bu şehir ve pek şehir güçlü birer kadın mücadelesinin mekânı ve yeri.

 

“Şimdi mesela, üstelik bu şehir: İstanbul. Biliyorum evet bir deprem büyük ihtimalle olacak, biliyorum ki salgın hastalıklar da çok korkunç, biliyorum, sanıyorum ki hani dilerim olmasın ama binalar yıkılacak, her bir yerden korkunç sesler duyacağız. Ah... bilmem ne olacak falan ama galiba ben hani şey, şehirde artık sorumluluğumu başka yönde değiştirdim yani şehirli olacağım galiba bir müddet daha gibi. Değiştirdim ve dönüştürdüm…. Evet dünyanın en büyük metropollerinden birisi İstanbul ve bunun da en kalbi merkezi: evet Taksim ve her şey evet doğru: tek bir ağaç için başladı. Yani evet ''doğa'' tabi ki. Yani o şehir deyince yani bunların arasındaki bağı gerçekten kurmak lazım ama onu da işte; o şehirli kadınlar, şehirli gençler, o ağaca sarıldılar ve o, o bilinçle bırakmadılar. Yani o bana anlamlı geliyor.

 

''Yoğurtçu Parkı'' yürüyüşü benim hayatımın dönüm noktalarından birisi oldu. Ya o yürüyüşle birlikte bir daha şeyden, o feminizmin şeyinden kurtulamadım. Çünkü o yürüyüşle birlikte, gerçekten hem kadınların böyle o meşrulaştırma dayağın ve şiddetin; nasıl, nerelerde meşrulaştırıldığını ve kadınların her gün ve her gün nasıl aşağılandığını ve nasıl susmaya mecbur kaldığımızı işte o annemin sevdiği ile evlenememesin de bile, birilerinin, o babaların kararları, ailedeki o biri, güç ilişkilerini çok toplumdaki bu güç ilişkilerinin ne zamandan bir ve kimler tarafından, ya, bütün bunlar yavaş yavaş çorap söküğü gibi ve evlerimizde kadınlar bir araya gelip, bilinç yükseltme toplantılarıyla, bir şekilde hem iç dökerken, hem de gerçekten de, Stella'nın söylediği bir şey vardır hani: tık diye sıçrama, o sıçrama anları bizlerde de oldu.

 

Ondan sonra da bir dönem işte Marmaris'e gittim, ikinci çocuğum oldu ama eşimle de artık sürdüremeyeceğim bir ilişki haline gelmişti. Biz bunları çünkü bir yandan da konuşurken hatta monogam, poligam ilişkileri konuşurken, eşim: doğru, haklısın deyip; poligami yaşamaya başlamıştı (gülüyor) ve bana da: sizler zaten bunu savunmuyor musunuz? Falan (gülüyor) Simonde De Beauvoir'la, Sartre arasındaki ilişki gibi yaşarız, biz daha haa, acaba derken bunları yaşadı. Gene aslında şey öyle küçümsenecek gibi değil. Çünkü o dayağa karşı yürüyüş, trans kadınlarında ilk kez belki de var olduğu ve kürsüde söz aldıkları bir yürüyüştü. Yoğurtçu parkına gelindiğinde: Şirin Tekeli falan konuştu. O anlamda da bence çok anlamlıydı. Erkeklerin yani 12 Eylül 80 darbesinden sonra ilk kez böyle büyük bir kitlesel yürüyüş oldu. Erkekler katılmadı, alınmadı bu yürüyüşe. O bütün o sol, hani ne demek? Biz ne olmayız? Tabii anlıyoruz eziliyorsunuz diyen erkekler, e, peki niye biz kortejlerde yokuz, diye şaşkınlık, polisler şaşkınlık içindeydi. Bütün yürüyüş boyunca işte çiçek satan kadınından, apartmanlarda gören kadınlar, o dövizleri: ‘kadınlar dayanışma…’ ‘haklı dayak yoktur’, ‘dayağın çıktığı cenneti istemiyoruz’. Bu dövizler, bu pankartlar gerçekten bütün kadınlara bence çok büyük... ve o zaman böyle lüks gibi gözüken erkek egemen, ataerkil gibi o sözcükler o zamana kadar gerçekten toplumun hemen hemen her kesimine sindi ve kabullenildi, diye düşünüyorum. Ondan sonra zaten kadınları bence Türkiye'de hiçbir şey durduramadı.” https://www.bizimhikayemiz.org/ta-istanbul-10

 

 

Bütün yürüyüşlerimize...

 

Nice 8 Martlara.

 

 

Şubat ayında yayınladığımız ve salgın döneminde yaptığımız sözlü tarih görüşmelerine, günlüklere ve röportajlara;

 

Sitemizden

Twitter Hesabımızdan

Youtube Kanalımızdan

 

 ulaşabilirsiniz.

Her türlü katkıya, öneriye ve eleştiriye açığız, düşüncelerinizi lütfen bize yazın.

Paylaşmak İçin

Share on FacebookShare on X (Twitter)

Web Sitemiz