Bizim Antep Hikâyemiz: “Yolculuğun nereden başlamıştı senin Antepli?”

Bizim Hikâyemiz’in Kasım bülteninde hikâyemiz Antep’in, toplumsal çelişkilerin ve çatışmaların artarak sürdüğü bir kentte yaşayan kadınların, hikâyeleriyle birleşiyor. Kadınlar kendi hikâyelerini kentin suretine ve suretinden bezeyerek tüm yanlarıyla anlatıyorlar. Siyasal, ekonomik, kültürel ve toplumsal olarak dönüşen bir kentin dönüşen kadınlarının hikâyeleri tıpkı kentin kendisi gibi çoğunlukla ‘sınır’da ama aynı zamanda sınırlara meydan okuyor.

 

Antep, neoliberal dönemle ve ardından özellikle 2000’li yıllarda AKP iktidarı ile birlikte hızla sanayi kentine dönüşmüş, hızlıca burjuvazisi ve işçi sınıfı oluşmuş bir kent. Bir sınır kenti olarak coğrafi-politik öneminin ve aynı süreçte Ortadoğu coğrafyasının şiddetli dalgalanmalarının etkisiyle de büyük göç almış bir kent. Hem 90’larda bölgedeki zorunlu göçten nasibini alıyor hem de 2010’lu yıllar boyunca Suriye’den yoğun bir dış göç alıyor. Bu yoğun iç ve dış göç, hızla proleterleşen nüfus, kentin hızlı dönüşümü ve giderek tamamen büyük bir işçi sınıfı kentine dönüşmüş olması; devletin elinin kentin hep üstünde olmasını, akabinde yoğun bir sarı sendika faaliyetini ve işçi sınıfının güven-ce-sizliğini de beraberinde getiriyor. Bütün bu nedenlerle gergin bir işçi kenti görüntüsü ve hissi veriyor, Antep. Mülksüzleştirme ve işçileştirme süreçlerinin ivme kazandığı, bununla birlikte toplumsal muhalefetin örgütlenme, dayanışma ve mücadele kazanımlarının şiddetle bastırıldığı bir dönemin oldukça etkisi altında kalan Antep’in işçileşme ve göç ile oluşan karakteri Antep hikâyelerinde çokça anlatılıyor (2NT1- 2TA1). 

 

Antep’e yakın illerde ya da köylerinde yaşayıp kent merkezine göç edenlerin köyle, bağ bahçeyle ilişkisi öteden beri iyi olmuş. Maraş’tan, Kilis’ten, Adıyaman’dan, Antep’in köylerinden yıllar önce Antep kent merkezine göç edenler bayram seyran, yaz tatili gibi her fırsatı değerlendirip köylerine gidiyor. Bu gidiş bazen geçim derdi ile bazen de tatil zamanlarını köylerde geçirmek ve akraba ilişkilerini devam ettirmek için oluyor. Eskiden köylere yapılan ziyaretlerin ve geçimlik bağın daha yoğun olduğunu ancak şimdilerde bu bağın da zayıfladığını anlıyoruz hikâyelerden. Fıstık zamanı Antep’teki güvencesiz işini bırakıp geçinmek için fıstığa giden ve her yıl dönüşlü olarak yeni bir güvencesiz iş bulan kadınların sayısı da eskiden oldukça fazla iken bu kesim de yine hane içi ve çocuk bakım emeğinin yoğunluğundan ve sürekliliğinden dolayı azalıyor. Yani, geçimlik tarla işlerinden çok kentteki güvencesiz işlerde çalışan kadınların sayısı artmış durumda. (2NT3- 2TA2)

 

Antep’in ekonomi-politik değişimi-dönüşümü kültürel formasyonuna da yansımış ve öne çıkan yemek kültürü ve kolektif deneyimler de bu süreçte değişmiş durumda. Sadece tüketmek üzerine kurulmayan ve kalabalık pikniklerin, kurutmalıkların, bayram yemeklerinin imece usulü yapıldığı bu kültür aynı zamanda Antep’in toplumsal dayanışma motiflerini oluşturuyorken şimdilerde bunların azaldığını ya da neredeyse yok olduğunu dinliyoruz. Bu ritüellerin öznesi olan kadınların, toplumsal dayanışma pratiklerinde konumlarının güçlü olduğunu anlıyoruz. Ancak zamanla bu ritüellerin ortadan kalkmasıyla ve her şeyin hazır alınmasıyla birlikte kadınların bu konumunun oldukça zayıfladığını ya da bir işgücü olarak piyasanın hizmetine girdiğini de anlıyoruz. Antep’in büyük, geniş avlulu, bahçeli, damlı evlerinin yerine yapılan yüksek binalar ya da gayriinsani kentsel dönüşüm süreci, kış hazırlıklarının birlikte yapılmasına ve başka türlü bir araya gelişlere engel olan diğer önemli bir unsur. İmece ve dayanışmanın yerini bireysel tüketim amaçlı pratikler almış durumda; sadece kendi evlerinin salçası ya da kurutmalığı yapılıyor. Bununla birlikte; Antep’in nefes alması gereken tepelerine yapılan devasa binalar kenti nefessiz bırakmış, barajlar yapılmış ve o güzelim havasından eser kalmamış ve nem o kadar artmış ki…

Yaşanan iklim değişikliği ekim alanlarını verimsizleştirmiş ve aynı zamanda Antepli’nin geçim ve beslenme kaynağı olan ürünlerin yapılmasını da zorlaştırmış durumda.

 

“...çok çirkin, kadük ve çoraklaşmış Antep kültürü kaldı. Koca koca binalar, çirkin...Simsiyah bir şehir. Gerçekten. Yoksulluğu da sinmiş sokaklarına, insanların üzerine”. 2TA1

 

Bizim Antep Hikâyelerimiz’den; Antepli’nin “dışarıdan” geleni kabul edip etmemesinin, “dışarıdan” gelenin kimliğine ve deneyimlerine göre değişebildiğini anlıyoruz. Antep’e sonradan yerleşen bir Kürt için Antep öteden beri “kendisinden olmayanı kabul etmeyen” bir kent olarak deneyimlenirken, bir Türk için ise ayrışmanın, ayrımcılığın daha önce hiç yaşanmadığı bir kent olarak anlatılabiliyor. Elbette farklı kimlikler farklı deneyimlere sahip ve hikâyelerde de kadınların deneyimleri değişebiliyor. Deneyimlerin farklılaşmasıyla birlikte bir işçi sınıfı ve göçmen yerleşkesi olan Antep’in kent dokusundaki sınıfsal-mekânsal tezat ve toplumsal gerginlik oldukça net algılanıyor. Bu gergin doku üzerine bir de siyasal-ekonomik nedenlerle aldığı göçle birlikte kentin gergin dokusu giderek sertleşmiş/katılaşmış ve “tamamen bir ayrışma söz konusu artık Antep’te”. (2NT1). Bu ayrışma hem kentin fiziki/mekânsal görüntüsüne yansımış hem de toplumsal ilişkilerine sirayet etmiş. Esasında kentin mekânsal ayrışması bir işçi sınıfı kenti olması nedeniyle hep varmış Antep’te ancak dinlediğimiz hikâyeler bu ayrışmanın adeta gettolaşmaya vardığını anlatıyor bize. Kentte farklı sınıfsal kesimlerin yaşadığı mahalleler birbirinden oldukça ayrı ve bu ayrışma nedeniyle gettolaşan semtler, sonrasında mültecilerin de barınma yerleri oluyor. Yani Antep’in “kenar” mahalleleri önce içgöç ile özellikle Kürtlerin, sonrasında ise savaştan kaçan Suriyelilerin meskenleri haline geliyor ve adeta yarılmış bir kent çıkıyor karşımıza. Suriye savaşında en çok göç alan kentlerden biri Antep. Savaş bölgesine coğrafi yakınlığı nedeniyle savaşın seslerini de işiten, savaşa tanıklık eden bir kent. Dolayısıyla eski bir mefhum olması nedeniyle göç, Antep için adeta kentin iklimini sürekli değiştiren, dengeleri sürekli sarsan ve ne yazık ki devletin göç politikaları nedeniyle de halkları birbirine düşmanlaştıran bir rol oynuyor. Toplumsal çatışmaların ve çelişkilerin yoğun olduğu ancak hiçbir zaman işçi sınıfının ya da göçmenlerin tam olarak politik bir güç olarak varlığını gösteremediği Antep’te devletin eli öteden beri hissediliyor. Bir işçi sınıfı kenti olan Antep’te yıllarca 1 Mayıs’ların, Newroz’ların kutlanması yasaklanmış ve bu yasaktan sonra 1 Mayıs 1999’dan itibaren basın açıklaması şeklinde yapılmış. Göç eden Kürtlerin ve bir bütün olarak işçi sınıfının politikleşmesinin önünde sistematik engeller çıkarıldığını anlıyoruz. (2NT1) Bu toplumsal yarılmayı sağlayan politik stratejilerden biri de şimdilerde düşmanlaştırma olarak yaşanıyor ve “Antepliler” sonradan göçle gelen Kürtleri, Kürtler ise Suriyelileri tehlike olarak görüyorlar. İstihdam alanında yaşanan ucuz işgücü rekabeti ise bu düşmanlaşmayı giderek arttırıyor. Sınıfsal olarak zıtlıkların kenti olarak anlatılıyor Antep hikâyelerde: ya çok zenginsin ya da çok yoksul Antep’te. Sokaklar oldukça görünür bir şekilde ve aynı anda hem en pahalı arabaların hem de çöpten beslenenlerin mekânları. Ekonomik krizin de savaşın da etkilerinin ağır bir şekilde yaşandığı bir kent Antep. Haliyle tüm bunların bazen kaynaklık ettiği bazen de arttırdığı etnik ve mezhepsel ayrımın oldukça çarpıcı bir şekilde yaşandığını ve bundan etkilenildiğini görüyoruz. 

 

Mülteci kampları artık kentin bir parçası olmuş durumda. Özellikle savaşın en büyük mağduru olan kadınlar ve çocuklar oldukça kötü, zor koşullarda bu kamplarda yaşamlarını idame ettirmeye çalışıyor. Kamplarda kalmayanlar ise yine insanlık dışı koşullarda çalışarak ekmek parasını kazanmaya çabalıyor. Güvencesiz, gayriinsani koşullarda çalıştırılmanın yaşı yok Antep’te. Küçük çocuklar da karın tokluğuna – bazen o kadarına bile değil – çalıştırılıyor. Kentin çeşitli mahallelerindeki derme çatma mülteci evlerinde kadınlar bakım ve hane içi emeğin zorluğuyla, hatta imkânsızlığıyla başa çıkmaya çalışıyor. Çocuklarına ne yedireceğinin endişesini yaşayan kadınlar, böylesine temel bir kaygıyı yaşarken elbette çocukların eğitim kaygısını düşünecek aşamaya gelemiyor bile. Zira göç sonrası Antep’te kiralar o kadar çok yükselmiş ki mülteciler – şayet çok varlıklı değilse – ellerindeki avuçlarındakini kiraya, yani barınmak için veriyor. Bunun kendisi de “Antepli” ile göç edenler arasındaki gerilimi arttırıyor.  

 

Göç ardından yaşananlar, kadınları da karşı karşıya getirmiş. “Suriyeli kadınlar diyor ki, ‘biz burada kendi derdimize düşmüşüz ama bize burada kadınlar saldırıyor, eşlerini ellerinden alacağız diye bakıyorlar.’” (2NT1) Suriye’den göç eden kadınların, kız çocuklarının ikinci, üçüncü eş olarak erkeklere satılması, engelli erkeklere eş olarak alınması, Antepli kadınların mülteci kadınları bu bağlamda bir tür tehdit olarak görmelerine neden oluyor ve kentteki mülteci-yerli gerilimini bir başka boyuttan arttırıyor. Mülteci kadınlar bu nedenle kadınlar tarafından ‘yuva yıkan kadın’ olarak görülmekten oldukça rahatsız. Aynı zamanda bu durum, kentte erkekler tarafından tacize uğramalarının da bir tür ‘doğal’ zeminini oluşturuyor. Ve bu o kadar sıklıkla yaşanan bir durum haline gelmiş ki mülteci kadınlar Antepli kadınlara “siz buradaki erkeklerin taciziyle nasıl baş ediyorsunuz, biz bununla baş edemiyoruz” gibi bir soruyu soruyor.

 

Kamusal mekânların kullanımının da göçle birlikte dert haline geldiği zamanlar yaşamış Antep ve hâlâ da yaşıyor. Örneğin okulların Suriyelilerle ortak kullanılmasına gösterilen tepkiler, bunun için organize edilen imza kampanyaları belki de bu konuda daha fazla söze yer bırakmıyor... Çocuk tacizlerinin, tecavüzlerinin artması, kadın ticaretinin kentin adeta bir normu haline gelmesi kentteki toplumsal ilişkileri oldukça zedelemiş ve devasa ayrışma kentin çöküntü alanlarını da arttırmış görünüyor. Kadın işsizliği, yoksulluğu, şiddet, taciz ve tecavüzün bu kadar yoğun olmasa da önceden de yaşandığı kentte, tüm kriminal haller mültecilerin üzerine kalmış gibi. Bunlardan biri de uyuşturucu satışı. Özellikle gençler arasında giderek artan uyuşturucu kullanımı bilhassa kadınları tedirgin ediyor ve çocuklarını sokakta, okulda daha fazla kontrol etmelerini ve dolayısıyla çocuk bakım emeğini arttırmalarını zorunlu kılıyor.

 

Göç olgusu özellikle son yıllarda kentin ana motiflerinde değişiklik yapsa da en genelde Antep’te kadınlar açısından 1980’li yıllara göre çeşitli yönlerden olumlu görülen değişimlerin yaşandığı da söylenmeli. Kamusal alanı daha fazla kullanan Antepli kadınlar, çalışma yaşamına daha fazla giriyor ve kentin sokaklarında daha rahat yürüyebiliyorlar. Komşuluk ilişkilerinden ve bir araya gelinen altın günlerinden kamusal alanların daha fazla kullanıldığı zamanlara doğru değişen bir hayat var kadınlar için. Daha önceden günlerini evde yapan kadınlar, şimdilerde park, kafe ve belediyenin sosyal tesisleri gibi mekânları bir araya gelmek için kullanıyor. Kenar semtlerde yaşayan kadınlar, dini içerikli kursların dışında çeşitli kursların da açıldığı belediye etkinliklerine katılıyor ve hikâyelerden bu katılımın sosyalleşme ve güçlenme olanaklarını arttırdığını anlıyoruz. Daha önce dürümcülerde oturup yemek yiyemeyen kadınlar artık çarşıya, pazara daha rahat gidebiliyor. Çarşıya eskiden laf söz gelmesin diye komşularla, akrabalarla gidilirken artık yalnız da gidilebiliyor. Başörtüsünün kamusal mekânlarda serbest olmasıyla birlikte özellikle genç kadınların bu alanları daha rahat kullandıklarını, çarşıya pazara daha rahat gittiklerini dinliyoruz Antep hikâyelerinden. Yine de hikâyelerde bu durumun hâlâ iç ve dış göçle gelen kadınlar açısından o kadar da rahat olmadığı vurgulanıyor, kentin kadınlar için güvenliğine ilişkin olumsuz bir pay bırakılıyor ve “kadınların değişimi kendileriyle ilgili, yani kendileri yaptılar bu değişimi” denerek bu dönüşümün öznesinin kadınlar olduğu vurgulanıyor her defasında.

 

Hikâyelerden anlıyoruz ki bir yandan AKP ve sonrasında dış göçle birlikte artan bir muhafazakârlaşmanın yaşandığı bir yandan da kadınların kendilerini özgürleştirdikleri, güçlendikleri bir kent Antep; bu iki hattın birlikte yaşandığı ve bu nedenle toplumsal çelişkilerin ve çatışmaların artarak sürdüğü bir kentin kadın hikâyelerini dinliyoruz. Dindarlık ve muhafazakârlık son yıllarda kentte bir tür performatif kimlik haline gelmiş durumda. Dindarlık üzerinden performanslar sergileniyor, kişilerin varlığı kabul ettiriliyor ya da reddediliyor. Antep’teki muhafazakârlığın tamamen biçimsel olduğunu duyuyoruz hikâyelerde. Sadece yoksullar açısından değil toplumun her kesimi açısından çıkar ilişkilerinden ibaret bir dindarlık formu anlatılıyor Antep için.

 

Göçler, yollar, yolculuklar bir süreğenliğe işaret ediyor uzun zamandır Antep’te. Antepli şair Ülkü Tamer’in de şiirinde sorduğu soru, Antep’e göç edenlerin yolculuklarının çokluğunda daha fazla anlamını buluyor gibi:

 

Yolculuğun nereden başlamıştı senin Antepli

Bir yolculuğun Davut'un demirci dükkânından

Bir yolculuğun Şükrü'nün götürdüğü bayram yerinden

Bir yolculuğun Mehmet Efendi'nin Camlı Kahve'sinden

Bir yolculuğun Nakıp Ali'nin sinemasından

Birçok yolculuğun Nakıp Ali'nin sinemasından

Bir yolculuğun Arasa'daki isimsiz kebapçıdan

Bir yolculuğun Uzunçarşı'daki buzlanmış tuluklardan

Bir yolculuğun Kalealtı'ndaki boya kokularından

Bir yolculuğun Dunlop Garajı'ndaki dokuma tezgâhlarından

Bir başka yolculuğun Narlı'daki sivrisinek uykularından başlamıştı senin

Ekim ve Kasım aylarında yayınladığımız ve salgın döneminde yaptığımız sözlü tarih görüşmelerine, günlüklere ve röportajlara;

 

Sitemizden

Twitter Hesabımızdan

Youtube Kanalımızdan

 

 ulaşabilirsiniz.

Her türlü katkıya, öneriye ve eleştiriye açığız, düşüncelerinizi lütfen bize yazın.

Paylaşmak İçin

Share on FacebookShare on X (Twitter)

Web Sitemiz