Diyarbakır: Kent, Mekân ve Kadınların Belleği
Diyarbakır aslında dünyanın ve Türkiye’nin, bu geniş coğrafyanın 80’ler diye telaffuz ettiğimiz gerçekleriyle pek çok katmanda karşılaşmış, bu ani ve sert karşılaşmayla hızla dönüşmüş kentlerinden biri. Savaşın ve siyasi-iktisadi yerinden edilişlerin, mülksüzleştirilmelerin etkisini çok sıcak, çok hızlı yaşayan bir kent.
80 darbesi bütün bir şehri etkiliyor her şeyden önce ve bu etki çok sarsıcı, yaralayıcı ve ağır travmalarla yaşanıyor. Darbe öncesinin -pek çok yerde olduğu gibi- siyasi çatışmalara rağmen hayatın kent dokusu ve gündelik hayat dinamikleri ile aktığı aşinalığın kendisinin tuhaf bir güvenlik duygusu yarattığı günlerden keskin bir yırtılma ile başka bir dünyaya geçiliyor. Tek tek her haneye çarpıyor 80 darbesi. Her evde acılar, güvensizlikler bırakıyor. Ve de kaçınılmaz bir politikleşme süreci.
“İhtilalin acı sütüyle emzirildiğimiz günlerdi, 1980 darbesi,” diyor bir kadın, “[b]iz avluların içinde mutlu insanlardık, mutlu çocuklardık,” diye ekliyor ardından. https://www.bizimhikayemiz.org/copy-of-ta-diyarbakir-01.
Sur, Sur’ken, avlulu evlerde kuşaklar boyu yaşanırken, usulleri-adetleri ile akan bir hayat varken, bu birden değişiyor. Önce surun dışına doğru bir hareket başlıyor. Ama bu sadece bir kentsel dönüşüm değil; ateş ya tek tek hanelere düşüyor ya da buna tanıklık ediliyor. Bir kadın, küçücük bir çocuk olduğu, etrafta olup biteni anlamaya çalıştığı döneme dönüveriyor hikâyesini anlatırken, bir komşu kadını anıyor: “‘Havar! Çocuklarımızı balıklara yem ettiler!’ diye bağırdı. O kadından bir daha haber alınamadı.” Anısı hâlâ canlı https://www.bizimhikayemiz.org/ta-diyarbakir-06.
O komşu kadının dediği şey başka bir anlatıda buluyor yankısını; “80 dönemini biz aile olarak bire bir yaşadık,” diye aktarıyor bir kadın, öyle yaşamış sayısız aileden biri olarak https://www.bizimhikayemiz.org/copy-of-ta-diyarbakir-01-1. “Biliyorsunuz, Ortadoğu ülkelerinde bugün yatarsınız, yarın uyandığında ne olacağı belli olmaz,” diyor bir diğeri; yaşadıkları öyle bir şey zaten https://www.bizimhikayemiz.org/ta-diyarbakir-03.
Sur’un yavaş yavaş terk edilişi, Sur dışına, şehrin yeni semtlerine taşınmalar, şüpheci ve tedirgin bir hâlde güvenli mekân arayışları deneyimlenirken bir yandan da Sur’a göçler başlıyor. Köylerinden kopmak zorunda bırakılanlar. Zorunlu göç. Toprağından, evinden, bahçesinden, tarlasından tapanından, hayvanlarından, yani üretim araçlarından koparılarak kentlere gitmek ve orada hayata yeniden tutunmak zorunda kalmak; tedirgin bir telaşla güvenli mekân arayışlarının Sur’a taşıdığı insanlar. Hızla mekânsal dönüşüm geçiren, gelişen, büyüyen, hızla ve çok göç almış kent, karmaşası ve gittikçe açılan sınıf farklarıyla artık çağdaş bir metropol olmaya doğru gidiyor. 80’lerin hızla zengin ettikleri, bütün coğrafyalarda olduğu gibi elbette burada da görülüyor, hızla yoksullaştırdıkları da. Diyarbakır, 80’lerin değiştirip dönüştürdüğü kentlerden biri olarak ağır acılı, öfkeli. Kim bunların şiddetini birbiriyle kıyaslayabilir?
Bu karmaşa, bu hareketlilik, bu kendinden farklı olanla karşılaşmalar, yan yana düşmeler, bir mekânı kullanma biçiminin herkes için farklı ve herkesi zorlayan deneyimleri. Neydi kentleşme, biraz da bu demek değil miydi? “80 darbesinin çocuğuyum,” diyor bir kadın, sonrasında Sur çok göç alıyor. Sürecin abilerine yansımasını gözlemliyor; “Değerler değişti, giyimleri değişti, hareketleri değişti, arabeskleşti.” “Biz azınlıkta kaldık, biz köylüleştik.” https://www.bizimhikayemiz.org/ta-diyarbakir-08.
Bu hengâmede her eve düşen acı ve tedirginliğin bir etkisi politikleşme oluyor; belki bunun pek çok etkisinden biri de kızların okuması. Bir de topyekûn politikleşirken, kadınların hiç tahmin edilemeyen güçlenmesi.
Ama coğrafya her şeye açık, her saldırıya açık bir mekân bırakıyor; bir de 90’ların Hizbullah’ı var. Bu da yaşanıyor. “Korkutulmuş bir toplum oluştu, korkutulmuş bir toplum tehlikelidir,” diyor bir kadın, Hizbullah dönemi çocukluğuna denk gelmiş ve çok zor geçmiş https://www.bizimhikayemiz.org/ta-diyarbakir-08.
“Gerçekten çok tanımsız alanlara düştük her birimiz. (…) O kadar çok kırık var ki her yerde birleştirmek bayağı zor,” diyor bir diğeri ve hepimizin hâlini özetliyor sanki. “O sert dönüşlerin hepsini ben uzun uzun izledim.” https://www.bizimhikayemiz.org/ta-diyarbakir-07 Çoğumuz için öyle olmadı mı? Hem izledik hem dağıldık hem toparladık kendimizi her seferinde. Hiçbir şey sadece gelip geçmiyor insan hayatlarından. Hiçbir şey.
Ve tabii bir de 2015 sonbaharı var. Kiminle konuşsan anısı orada öyle yumruk gibi.
“Şu an Diyarbakır sanatsal açıdan 50-60 yıl geride.” https://www.bizimhikayemiz.org/ta-diyarbakir-06. Öyle bir his, sanırsın ablukada her şey.
Sayısı iki elin parmağını geçmeyen bu görüşmeler bir şey daha söylüyor; kadınlar dur durak tanımayan yaşam kurucular. İster küçük ve sıradan, ister haşmetlu olsun iktidarlar eril ve onlar yaşamları dağıtıp mülksüz, yersiz yurtsuz bıraktıkça, kadınlar ‘Kaçıncı kez!’ demiyor, yeniden kuruyorlar yaşamı. Üstelik sadece kendileri için değil, herkes için. Ve bu bir güzelleme değil, böyle oluyor gerçekten.
“Hayattaki bütün ihtimalleri sürekli budanan bir coğrafyanın insanları olarak böyle şeyleri yapabiliyoruz,” diyor bir kadın. https://www.bizimhikayemiz.org/ta-diyarbakir-07
“Yaşamak direnmektir, yaşamak için çok direnmek gerekiyor,” diye ekliyor diğeri. https://www.bizimhikayemiz.org/ta-diyarbakir-06
“Ana kaynakçanın kadınlarda çok güçlü olduğunu görüyordum.” https://www.bizimhikayemiz.org/copy-of-ta-diyarbakir-01-1
Kadın olarak yeniden yeniden vazgeçmeden herkes için yaşam alanları kurup dururken insan olmayı da öğreniyoruz. “İnsanların ne kadar dirençli olduğunu, her hikâyenin bir roman olduğunu, var olmanın da yok olmanın da her insana mahsus olduğunu, bugün ona, yarın bana olacağını gördüm.” https://www.bizimhikayemiz.org/ta-diyarbakir-03
Yaşamdan birkaç hayat çıkaran kadınlarız biz.
Diyarbakır, 80 darbesi sonrası esen neoliberal rüzgârları, çözülemeyen sorunları, coğrafyalar ve insanlar üzerinden çözmeye çalışırken hızla kentleşen, hatta metropolleşen bir yer. Ve elbette, kentsel dönüşümü de en şiddetli şekilde yaşayanlardan. Kentsel dönüşümü ve ötesini. Çeşit çeşit enkaz yaratan, türlü ve birbiriyle bir yerden ilişkili saldırıyı en şiddetli şekilde yaşayanlardan.
Diyarbakır’ın yaşadıklarının bir veçhesinin, 80 sonrası dört bir yanda yaşam alanlarımızın üstüne çöken kentsel dönüşümün aslında rantsal dönüşüm olduğunu bize hatırlatıp duran deprem, bu yazı hazırlanırken oluverdi yine. İçimizi acıtan, öfkemizi kabartan enkazlar yarattı. Can aldı. Can yaktı. Geçmiş olsun İzmir ve Ege. Kalbimizde sınır yok, mesafe yok, oradayız, Diyarbakır’da ve İstanbul’dayız, Antep’te ve Ankara’da ve her yerdeyiz. Hep olduğu gibi, barış içinde birlikte yaşamdan, yaşama hakkı ve inadından, dayanışmadan, emekten ve doğadan yanayız… Başka bir dünya mümkün, biliyoruz. Bunu el ele, göz göze mümkün kılacağız.
Ortak İç Ses:
En zor yerlerden biri Dört Ayaklı Minare. Önü Tahir Elçi'nin katledildiği yer, ardı yüzlerce insanın (çocukların, kadınların, ninelerin, dedelerin, bebelerin), onlara ait tarihin, mekânların, ağaçların, sokakların, kedilerin, köpeklerin, gülüşlerin, öpüşlerin, türkülerin yok edildiği yer. Orada ve sonrasında uzun süre sustuk. Yürüdük. Küçelerde dolanırken top oynayan çocukların arkasında duvarda büyük harflerle “YAŞAM” yazısı gördük. Dört Ayaklı Minare'nin çok da uzağında olmayan bu küçede duvara yazılan kelime: YAŞAM. Yaşam yazmışlar duvara.
Fotoğrafı yok!
Önü yangın Dört Ayaklı Minare'nin,
ardı yangın.
Önü yangın şimdi,
ardı yangın.
Yana yana bakıyor insan,
yana yana bakıyor.
Yok fotoğrafı.
"Yaşam" yazmışlar uzak olmayan bir duvara.
"YAŞAM" yazmışlar.
Dönmeli devran.