Var Olma Kılavuzu 5: Öyle Bir Geçer Mi Ki Zaman?

Var Olma Kılavuzu 5: Öyle Bir Geçer Mi Ki Zaman?

Erkin Koray, o dinlemeye doyamadığımız şarkısında şöyle söylüyor:

“Öyle bir geçer zaman ki, dediğim ayniyle vakî

  Kara yazı yazıldı sanma, insanın da kaderi böyle…”

erkin koray

Zaman konusu hep zihnimi meşgul etmiştir. Bunun birkaç sebebi var: Biri, felsefi bir merak. Zamanın ne olduğu, nasıl tanımlanabileceği, bir başlangıcı olup olmadığı, akışı bulunup bulunmadığı, bir akışı varsa bunun çizgisel mi döngüsel mi olduğu ile ilgili pek çok soruyu içeren bir uğraşı. Bunlara cevap bulabilmek hayli zor. Diğeri ise daha kişisel bir meşguliyet. Çocukluğumdan bu yana zamanla hep bir sorunum olmuştur. Gereken zamanda gereken yerde olabilmekle ilgili türlü sıkıntılar yaşa(t)mışımdır. Zaman içinde bu sorunu büyük ölçüde çözümleyebildiğimi düşünüyorum.

İnsanlık, tarih boyunca zamanı anlamaya ve ölçmeye çalışmıştır. Antik Mısır’da ilk olarak güneş saati kullanılmaya başlanmıştır. Daha sonra kum saati ve su saati keşfedilmiştir. Eski Çin’de de mum saati kullanılmıştır. Bilinen ilk mekanik saati, 1524 yılında bir Alman kilit ustası üretmiştir. Ayrıca her birimizin içinde birer biyolojik saat bulunmaktadır. 

güneş saati

Fotoğraf: Gabor Kulcsar

Adrian Bardon’un ‘Zaman Felsefesinin Kısa Tarihi’ isimli kitabı, bu konuya ilgisi olanlar için bir kaynak kitap niteliğindedir. Bardon’a göre zamana ilişkin kuramlar üç kategoride yer alır: İdealizmde (idealism), zaman salt öznel bir durumdur, gerçeklik dünyasında hiçbir şey ona karşılık gelmez. Gerçekçilikte (realism), zaman olayların altında yatan gerçek bir şeydir, bir tür matristir. İlişkiselcilikte (relationality) ise zaman, olayları birbirine bağlamanın bir yoludur, tanımladığı ilişkiler gerçektir.

Zaman Nedir?

Bazı filozoflar, zamanın evrende dolaylı yollardan deneyimlenen nesnel/fiziksel bir gerçeklik olduğunu düşünmüşlerdir. Bazıları ise insan zihninin dış dünyadan bağımsız biçimde oluşturduğu öznel/zihinsel bir algı olduğunu iddia etmişlerdir. Zihinlerimiz doğası gereği gerçekliğe ‘öznel bir unsur’ eklemekte ve dış dünyaya zamansal nitelikler atfetmektedir. Aristoteles’e göre gerçek olan şey, evrenin değişimidir, zaman bu değişimlerden türetilen ve bunları takip etmekte kullanılan bir ölçü birimidir. Parmenides ise değişimin ve dolayısıyla zamanın gerçekliğini reddeder. Zamanın geçişine ilişkin algımızın kendi bakış açımızın dünyaya yansıtılmasından ibaret olduğunu savunur. Heidegger, zamanın ‘bir şey’ ve ‘varlık’ olarak tanımlanamayacağını, zamanın belirleyici özelliğinin ölçme niteliği olduğunu vurgular. 

Bana göre zaman, evrenin varoluşu ile birlikte başlayan, döngüler halinde evreni kaplayan, gezegenlerin ve atom altı parçacıkların içinde yer aldığı boşluğu kapsayan bir olgudur. Hareketin ve değişimin gerçekleştiği boyuttur. Nesneler ve olaylar arasındaki bağlantıyı kolaylaştıran bir unsurdur. Esnek ve şeffaftır, görünmez ancak hissedilir. Bir başlangıcı ve bir sonu, kişilere ve bağlama göre değişebilen bir akışı vardır.

Zamanın Bir Başlangıcı ve Sonu Var Mı?

Aristoteles, zamanın bir başlangıcı ve sonu olabileceğini yadsımaktadır. Augustinus ise zamanın bir başlangıç ve sona sahip olduğunu savunmaktadır. Leibniz, evrenin ve dolayısıyla zamanın kendisinin bir ilk olayla başladığını öne sürmüştür. Semavî dinlere göre, ezeli ve ebedi olan Tanrı zamanı yaratmış, ona bir başlangıç ve bir son vermiştir. Dünyanın sonlanması ile zaman da sonlanır. İslam felsefesine göre de Allah, tüm varlıkları kapsayan âlemi, âlemle birlikte de bir varlık olan zamanı yaratmıştır. Allah zamanın kaynağı, kökeni ve sahibidir. Evvel ve âhirdir. Her şeyin başlangıcı ve sonudur.

Stephen Hawking ise evreni ve uzay zamanın tarihini, başlangıç ve sona sahipken sınırlara sahip olamayacağı bir model (sınırsızlık modeli) üzerinden açıklamıştır. Hawking’e göre: “Söylenebilecek en iyi şey, evrenin geçmişi bakımından sonlu olduğu, fakat başlangıcı olan bir olay olmadığıdır.”

Zaman Akıyor Mu?

Gün doğumu ile gün batımı arasında olup bitenler, zamanın akışını gösterir mi? Bulutların hareketi, mevsimlerin değişmesi, ağaçların canlanması, kuşların kanat çırpması, bir bebeğin yürümeye başlaması, kalbimizin atışı, yüzümüzdeki çizgilerin derinleşmesi, günün birinde kaçınılmaz son ile karşılaşacak olmamız zamanın geçtiğinin kanıtları mıdır?  

Bergson; zamanın bir noktadan diğerine doğru hareket eden, kesintisiz, dinamik ve tekrar etmeyen bir şey olduğunu ileri sürmektedir. Zamanın belirleyici özelliği, geçmesi veya akmasıdır. “Zamanın geçişi, olaylar gelecek olmaktan şimdi olmaya, şimdi olmaktan geçmiş olmaya doğru ilerlerken gerçekleşen değişimdir.” Dinamik zaman teorisi, insanın sezgisel zaman algısına en yakın teoridir. Bu anlayışa göre geçmiş, olup bittiği için değiştirilemez, gelecek ise olasılıklara açıktır ve bu nedenle değiştirilebilir. Geçmiş belirlenmiştir, şimdiki zaman ise geçmişle geleceğin buluştuğu anlık noktadır. Statik zaman teorisi ise zamanı uzay gibi değerlendirir ve dördüncü boyut olarak ele alır. Geçmiş, şimdi ve gelecek zaman vardır ancak olaylar arasındaki zamansal ilişkiler sabitlenmiştir, değişim söz konusu değildir. Dinamik zaman saate, statik zaman takvime bakarak ölçülür.

Mutlak zaman anlayışını benimseyen Newton, evrensel zamanın matematiksel olduğunu ve düzenli bir şekilde aktığını ifade eder. Bu anlayış, ‘şimdinin’ asıl gerçeklikte geçen zaman olduğuna ve evrenin her yerinde aynı olduğuna vurgu yapmaktadır. Einstein ise görelilik teorisi bağlamında, evrensel bir zamandan söz etmenin mümkün olmadığını, zaman ve uzayın bükülebilir olduklarını ileri sürmektedir. 

Einstein, arkadaşı Michele Besso’nun cenaze töreninde şunları söylemiştir: 

“Şimdi Besso, bu acayip dünyadan, benden biraz önce ayrıldı. Bunun hiçbir anlamı yok. Bizim gibi fiziğe inanan insanlar geçmiş, şimdi ve gelecek arasındaki ayrımın sadece inatla sürüp giden bir yanılsama olduğunu bilirler.” 

Zaman Nasıl Akıyor?

Zamanın akışına ilişkin iki temel anlayış vardır: Döngüsel ve çizgisel zaman anlayışı. Antik Çağ filozofları, zamanın döngüsel bir seyri olması gerektiğini düşünmüşlerdir. Platon ve Aristoteles, bu anlayışı benimsemiştir. Döngüsel zaman anlayışında, başlanan noktaya tekrar geri dönüş vardır ve tarih kendini yineleyebilir. Başlangıç ve son yoktur, sonsuzluk vardır. İbn Haldûn’un yaklaşımı da döngüseldir. Ona göre, basit ya da karmaşık tüm varlıklar, aşağıdan yukarıya veya yukarıdan aşağıya doğru sürekli dönüşmektedir: “Her şey başladığı noktada son bulur ve yeniden başlar.” 

Nietzche’nin ‘bengi dönüş’ (eternal recurrence) düşüncesi de zamanın döngüsel seyrini yansıtır: 

Yaşadığın ve yaşamakta olduğun bu hayatı, yeniden ve sayısız kere daha yaşamak zorunda kalacaksın; içinde yeni hiçbir şey olmayacak: Yaşamındaki her acı, her sevinç, her bir düşünce ve her bir soluk, tarif edilemeyecek kadar küçük ya da büyük her şey, arka arkaya ve aynı sırayla, sana dönecek. Varoluşun sonsuz kum saati, içinde toz lekesi olan senle beraber, yeniden ve yeniden baş aşağı çevrilecek…” 

Angelopoulos’un ‘Zamanın Tozu’ filminde, yarım kalmış filmini tamamlamaya çalışan bir yönetmenin (A.) kendisini ve ailesini anlatan hikâyesi üzerinden, zamanın döngüsüne tanıklık ederiz. Sanki filmini tamamlasa rahatlayacak, huzura kavuşacaktır. A. henüz üç yaşındayken annesi Eleni’den ayrılmak zorunda kalmıştır. Sonraları evlenmiş, annesinin ismini verdiği bir kızı olmuştur ancak karısından da ayrılmıştır. Küçük kızıyla da aralarında bir boşluk vardır. Günün birinde kızı Eleni, bunalımlı bir döneminde intihar etmek üzere bir binanın üst katlarından birine çıkar. Babası durumu öğrendiğinde korku içinde oraya koşar ancak kızı yukarıya çıkmasını istemez. Endişeli bekleyişin sonunda babaanne Eleni, sükûnet ve kararlılık içinde üst kata çıkar, şefkatle küçük Eleni’yi kucaklar. Döngü böylelikle tamamlanır, geçmiş geleceğin elinden tutarak onu kurtarır. Angelopoulos’un kendi kızlarından birisinin adının da Eleni olduğunu öğrendiğimde ‘şimdi oldu’ demiştim, ‘böylesi yakışırdı zaten’.

zamanın tozu filmi

Fotoğraf: Zamanın Tozu Filmi, 2008

Orta Çağ filozoflarından Augustinus ve Thomas Aquinas ise zamanın çizgisel bir seyri olduğu düşüncesini savunmuşlardır. Bu anlayışa göre yaşanan bir olay geçmişte kalır, bir daha benzer biçimde yaşanmaz, tarih tekrar etmez. Augustinus’a göre, zaman ve evren, Tanrı tarafından aynı anda yaratılmıştır. Evrenle birlikte hareket de yaratılmış, böylece varlıklar ve olaylar arasında zamansal bir öncelik-sonralık durumu oluşmuştur: 

Geçmiş zaman bellek, şimdiki zaman sezgi, gelecek zaman beklenti olarak vardır.” 

Hegel de düz bir çizgide ilerleyen bir zamandan söz eder. Geçmişe vurgu yapmakla birlikte, şimdiki anı da önemser:

“Önce ve sonra yoktur, ama geçmişin sonucu ve geleceğin sebebi olan bir ‘şimdi’ vardır. Bu anlamda, şimdi sonsuzluktur.” 

Sufî geleneğin zaman kavramına yaklaşımı ontolojiktir. Dervişin arayışı önce ‘zamanın çocuğu’(ibnü’l-vakt) olarak başlar. Geçmiş ve gelecek ile ilgilenmez, içinde bulunduğu ana önem verir. Her an değişmekte ve dönüşmektedir. ‘Zamanın babası’(ebu’l-vakt) makamında ise derviş sükûnete ve istikrara kavuşmuştur. Zamana hâkim olur ve sonsuzluğa ulaşır. An içinde çok uzun bir zaman yaşayabilir (tayy-i zaman) ve aynı anda birden fazla mekânda bulunabilir (tayy-i mekân). Sufî geleneğinde, ‘dem bu demdir, dem bu dem’ anlayışı vardır. Her şey bir ‘an’dan ibarettir, anın açılımı ve yayılmasıyla zaman oluşur. 

Zaman; bir halden diğerine dönüşümün ruhumuza yansıyan gölgesi, âlemde her şeyin değişmekte olduğunun, varlıklarımızın kalıcı olmadığının göstergesidir. Bir nehir kıyısından suyun akışını izlemek yerine, o akışla birlikte yol almak demektir. Gün ışığının yaprakların arasından süzülmesi, çiçek kokularının rüzgârla havaya yayılması gibidir. İç dünyamıza, dışımızdaki evrene sükûnet ve hayretle bakabilmektir. Âlemdeki pek çok varlık gibi, zamanın da bir başlangıcı ve sonu olduğunu, evrenin başlangıcı ile birlikte, zamanın da akmaya başladığını düşünüyorum. Bu akışın döngüsel bir seyirde gerçekleştiğini düşünüyorum. Her şey başladığı noktada sona eriyor, orada yeniden başlıyor. Her birimiz zamanda sürekli bir yolculuk halindeyiz. Kimilerimiz, geçmişin değiştirilemeyecek hüzün verici hatıralarına kapılarak üzülüyor, bazılarımız da geleceğin kaygı uyandıran yönlerine yoğunlaşarak endişeleniyoruz. Geçmişin üzüntülerinden ve geleceğin endişelerinden sıyrılarak ana odaklanmak hepimize daha iyi gelebilir. Belki bu sayede, huzur içinde zamansızlığa ulaşabiliriz.