Ayrımcılık dışında, İzmir’in kadınlara gösterdiği başka yüzleri de var. Görüşmecilerimiz güçlü bir kadın kamusallığından söz ediyorlar. Sokakta çok fazla kadınla karşılaşmanın yarattığı güvenden bahsediyorlar. Kadınların her yerde olduğunu, gündüz de gece de sokaklarda kadınları gördüklerini, bir kadın olarak sokakta bulunmaktan çekinmediklerini anlatıyorlar. Bir görüşmecimiz, bu duyguyu en fazla diğer şehirleri kadın olarak deneyimlediğinde fark ettiğini söylüyor:
“... şunu gördüm, İzmir bir kadının yaşayabileceği bir şehirmiş. Çünkü bu tartımı yapabilecek verim yoktu, şehir dışlarına çıkmadan önce. Politik anlamda çıktım, gezme olarak çıktım. İzmir’i biraz daha kadınlar için kurtarılmış bölge gibi görüyorum. Mesela gece İzmir’de sokağa çıktığın zaman çok fazla kadınla karşılaşırsın sokakta.” (5ED10). (yakında websitemizde)
Aynı hikâyenin sahibi kadınların kentle olan ilişkisini anlatırken hemen bir çekince koyarak devam ediyor. Bir yıl öncesine kadar, sokakta takip ve taciz edilene kadar kendini bu şehirde çok daha rahat hissettiğini söylüyor. Başka kadın hikâyeleri benzer bir şekilde son 10 yılda sokaklarda tacizi daha çok hissettiklerini ancak tacizin kaynağının sadece erkekler olmadığını anlatıyorlar. Mahallelerde, yaşam alanlarında özellikle bekâr ve yalnız yaşayan kadınların kadın komşular tarafından göz hapsine tutulduğunu, gözlendiğini, mahremlerinin konuşulduğuna tanık olduklarını anlatıyorlar (5ED9-5ED1). Dinlediğimiz yaşam hikâyeleri taciz ve şiddetin bir ideoloji olarak kavramanın önemini ve bu ideolojinin öznesinin erkekler kadar kadınlar da olduğunu söylüyor. Baskının olduğu yerde direniş de filizleniyor. İzmir sokaklarında yürürken kadınların sokaktaki tacize anında tepki gösterdiklerine, özellikle erkeklere seslerini yükseltmekten öfkelerini açığa çıkarmaktan imtina etmediklerine zaman zaman tanık olabiliyoruz, umutlanıyoruz.
İzmir’deki kadın kamusallığının olanaklı kıldığı başka birçok hikâye var. Birçok kadın İzmir’deki deneyimini, hem kök ailelerinin memleketleri hem de daha önce yaşadıkları diğer kentlerle karşılaştırma yoluna giderek anlatıyor. Bir görüşmecimizden kadınların sevgilisiyle, evlenme baskısı hissetmeden aynı evde yaşayabileceği, sosyalleşebileceği, mutlu olabileceğini dinliyoruz. Şöyle diyor: “İzmir benim için hiçbiriyle kıyaslanamayacak kadar kıymetli ve güzel. İyi ki buradayım diyorum ben her defasında. Hiç gitmek istemiyorum. Hiçbir yere...” (5ED3) https://www.bizimhikayemiz.org/ed-izmir-03
İzmir’deki kadınlar, İzmir’e göç etmiş kadınlar, evli olmanın, çocuklu olmanın, ya da memleketlerinin olmadığını söylüyor. Bu kentin aynı zamanda geleneksel bazı rollerden sıyrılmaya olanak sağladığını, bu kentin sakinlerinin birinin eşi, birinin annesi bir yerelin üyesi olmadan iletişim kurmaya açık olduklarını söylüyor. Bu anlamda anonim kalabilmenin bağımsızlık ve özgürlük duygusuna yaklaştırdığını anlıyoruz. Boşanmış, evlilik içinde şiddet görmüş ve boşandığı için ailesi tarafından dışlanan genç bir kadın anlatıyor, bu hikâyeyi. Öncesinde bir bağı olmadan bir akrabasının yanına sığınmak için geldiği bu kentte, akrabası tarafından da dışlandıktan sonra daha güçlendiğini çünkü dayanışmayı öğrendiğini, devam edebilmek için kendini yeniden var edebilmenin yollarını yeniden keşfettiğini anlatıyor:
"İzmir sürecinde kan bağının ne kadar önemsiz olduğunu anladım, fark ettim; çünkü hep başkalarından tanımadığım belki de yeni tanıdığım insanlardan yardım aldım, kendi istekleriyle. ... Ben tek başına toparlayamazdım. ... İzmir bu konuda bana kucak açtı. ... Sonra ben de aynısını başkalarına yaptım” (5ED8)
https://www.bizimhikayemiz.org/ed-izmir-08
İzmirli kadınlar diğer kentlerdeki kadınlar gibi okulda, işte, mahallede, sokakta ve evde şiddet, taciz ve ayrımcılıkla burun buruna yaşıyor. Ancak sokağa çıkmaktan, görünür olmaktan, direnmekten vazgeçmiyorlar. Geleneksel bağları ve rolleri aşındırmaya çalışıyor, dayanışmayı öğreniyor ve öğretiyorlar. Ve çoğaldıkça özgürleştiklerini hissediyorlar...
“İyi ya İzmir, güzel yani. Yaşamak için güzel bir kent kimse seni sorgulamıyor kolay kolay. Ya da biz artık kendimizi sorgulatmamayı ezdirmemeyi öğreniyoruz.”(5ED8) https://www.bizimhikayemiz.org/ed-izmir-08
Son olarak İzmir’in özellikle civar ilçelerine son on yılda büyük kentlerden artan sayıda bir beyaz yakalı göçünün olduğunu söylemek ve bunu son iki yıla, pandemi sonrasına genişletmek de mümkün. Pandemi sonrası Temmuz ayından itibaren İzmir/Urla’da yaşamaya başlamış olan oyuncu/yönetmen bir görüşmecimiz örneğinde bu yeni yaşama mekânının onun açısından hem maddi hem manevi bir inziva anlamına geldiğini görüyoruz. Performans alanında çalışan onca emekçinin pandemi sürecinde maruz kaldığı işsizlik ve yoksullaşmayı, aile evinde hem maddi hem manevi anlamda yaşamı sadeleştirmenin bir mekânı olarak Urla İzmir’deki bu yeni yerleşikliği az insan, az sosyalleşme ve çokça doğada olma, okuma, yazma ve düşünme imkânı sağlayan bir süreç olarak deneyimliyor. Onun anlatısında da mekânın ya da kentin, bir kadın sanatçı olarak yaşadığı pek çok zorluk ve her şeye rağmen üretmeye çabalama sürecinde silikleştiğini görebilmek mümkün. Yazabilmek, oynayabilmek ve kolektif üretim olanaklarını yakalamak isteği belirginleşiyor:
“Bu ülkeye ait hissetmiyorum kendimi ya da başka bir ülkeye. Mesela Almanya’ya gittiğimde… orayı da övemiyorum o kadar, burayı da yeremiyorum o kadar.” (5MC01) https://www.bizimhikayemiz.org/mc-izmir-01